Türkiye’de garip şeyler oluyor ve burada yaşayan insanlar artık alışmış katlanıyorlar.
Bir bakmışsın kanunlar değişiyor, yatınızı vergi ödemeden ithal edebiliyorsunuz. Ama yatının zaten sahibi olmanız gerekiyor, yani yatınız yabancı bayrak altında sizin ise Türkiye’ye sıfır vergiyle ithal edebiliyorsunuz. Bu kanun kısa süreli geçerli oluyor yararlandınız yararlandınız.
Bu kanunun anamı ve sebebini kimse sorgulamıyor, haberi olan faydalanıyor diğerleri, evet diğerleri haksızlığa uğruyor ama kimse şikâyetçi olmuyor.
Bu konuda haksızlına uğramış olan insanların sayısı az, bunlar bir araya gelip de derdini anlatamıyorlar, dinleyen olmuyor zaten. Ama bunun gibi bir sürü garip şeyler oluyor Türkiye’de O yüzden herkes sürekli bir şekilde haksızlığa uğruyor, ama kimsenin sesi çıkmıyor.
Düşünüyorum Türkler ecelden beri Kurtları sever, kurtlarla kıyaslanmak isterler, fakat günlük hayata anca koyun gibi yaşıyorlar.
Bunun üzerine gecen gün balkonda izlediğim bir olay geldi aklıma.
Biri karşıdan karşıya geçerken araba geldi kornaya bastı, adamın ödü patladı ve koştu. Eğer öbür taraftan da araba gelseydi kesin kaza olurdu. Ama bir ilginç şey daha, kornaya basan arabanın şoförü bütün bu sırada az bile olsun ayanı gazdan çekmeden devam etti yoluna.
Çok saygısızız birbirimize, direksiyon arkasında ancak kurt kesiliyoruz. Bu arada yönetimin her bir şeyine katlanıyor, hata o kadar alışmışız ki fark bile etmiyoruz olanları.
Saygı demiştim, yerine gelince olmayacak insanların elini ayaklarını öpüyoruz, aman büyüklerimiz, babamız, dedemiz, annemiz diye gösteriş yaparcasına saygı gösteriyoruz. Otobüste kalkıp yaşlılara utancımızdan, aman laf gelmesin diye yer veriyoruz. Ama gerçek yüzümüzü, yani bu sistem bizi ne hale getirdiğini toplu halde vapurdan inip binerken göre bilirsiniz, sıra numarası vermedikleri yerlerdeki davranışlarımızdan göre bilirsiniz.
Atatürk bizim bu halimizi görse “Ne mutlu Türküm diyene” lafını kesin geri alırdı, eminim.
Dünyayı sayılarımızdan dolayı sömürüyoruz, resmen boğuyoruz. Ve bizim başbakan emeklilik sistemimizi koruya bilmek için hala 3 çocuk diye tutturuyor.
İstanbul’daki insan sayısını düşürüp insanlarımızın Türkiye’nin dört bir yanında eşit yaşamasını sağlayacağına üçünü bir köprü yaparak İstanbulun daha da büyümesini planlıyor bizim başkan.
Boğazlarımızdaki doğal su akıntısını kullanarak temiz sürdürülebilir enerji üreteceğine, Aliağa termik santral, yani yurt dışından ithal edilecek kömür yakmayı planlıyor.
Eğer karşınızdaki takım elbise giyiyorsa kesin emin olunki bu sabah evden çıkarken güvenilir birine benzedim mi diye aynaya bir bakmıştır. Yani bir sigortacı ile bir politikacıya hiç ve hiç güvenemessınız. Bundan sonraki de bunun gibi olacak, problem insanlar değil, problem sistem. Bu sistem çökmeden de yeni bir sistem gelemeyeceğine göre. Tek yapa bileceğimiz, sistemi desteklememek yani mümkün olduğu kadar sistem dışında yaşamak.
Sistem dışında nasıl yaşanır?
Sistem dışında yaşamanın değişik boyutları var.
Tamamıyla sistemin dışına çıkmak oldukça zor. Dağ başında veya acık denize bile atsanız kendinizi sistemden az da olsa zaman, zaman etkileneceksiniz.
En basitinde kredi kartları kullanmamak, mümkün olduğunca az banka kullanmak, varlıklarınızı para olarak tutmamak. İhtiyacınızın dışındaki varlıklarınızı Altın, Gümüş gibi değerli madenlere yatırmak. Büyük şirketlerden alış veriş yapmamak.
Bazen insanlara bunları söylediğim zaman, elimizden ne gelir, çocuklarımızın geleceği için katlanıyoruz gibi şeyler duyuyorum.
Ne yazık ki çocuklarınızı düşünürken çocuklarınızı bu sistemin bir parçası yapıyorsunuz. Okullarda bu sistemin bir parçası olarak yetiştiriliyorlar. Onları düşünüyorsunuz ama aynı zamanda onları kurban ediyorsunuz. İnsani en çok yöneten duygu korku imiş. Korkunuzu bir kenera bırakıp sevgi ile hareket etseniz. Çocuklarınızı bu yönetimin eğitim sistemine kurban olarak yollamasınız.